Türkmen Soyağacı

Ünlü Türk bilgini ve araştırmacısı Kaşgarlı Mahmut da Divânü Lügat-it Türk (Türk Dili Sözlüğü) kitabında Türk adının Türklere tanrı tarafından verildiğini, bu sözcüğün “gençlik, olgunluk, kuvvetli” biçiminde değişime uğrayarak, anlam yönünden de “türemiş, gelişmiş, olgunlaşmış” olarak geliştiğini yazmıştır. Ziya Gökalp da Türk sözcüğünün “töre-türe” sözünden “- k” ekiyle yapılmış “töreli, nizamlı, kanunla düzenlenmiş kavim” anlamına geldiğini belirtmiştir.

Türkler, tarihin en eski, sürekli kavimlerinden biridir. Dört bin yılı aşkın geçmişleriyle Türkler, Asya, Avrupa ve Afrika topraklarına yayılmış, büyük ve kalabalık bir ulustur. Türklerin tarihin çok eski dönemlerinde Orta Asya topraklarında ortaya çık­tıkları bilinmektedir. İlk topraklarının sınırlarım çize bilmenin olanaksızlığına karşın, Türklerin ilk yurtları tarihsel kaynaklara göre Altay dağları yöresidir. Tanrı dağlarıyla Altay dağları arasında yaşayan Türkler “Altay Kavimleri”nden sayılmışlardır. Türklerin ilk yurtları, doğuda Kingan dağlarından, batıda Hazar Denizi ve İtil ırmağına; kuzeyde Sibirya ovalarından, güneyde Karanlık ve Hindikuş dağlarına kadar uzanan çok geniş topraklar olarak bilinmektedir.

Tarih Öncesi Dönemlerde Orta Asya topraklarında yaşayan Türk topluluklarının ortak yanları çoktur. Bu topraklarda birbirinden çok az farklı kültür birbirini izlemiştir. Biri biterken, arkasından hemen bir yenisinin başladığı görülmüştür. Bilimsel araştırmalara göre, bu topraklarda gelişen Türk kültür ve uygarlığı, daha sonra batıya yönelmiş (Avrupa’ya) güneye doğru inerek İran ve Mezopotamya’ya yayılmıştır.

* * *

Bilindiği gibi Türkmen boylarının yapısı çok karmaşıktır. Boyların çoğunluğu ikiden beşe kadar büyük bölümlerden oluşmaktadır. Mesela Teke bölümleri (Utamış ve Togtamış), Yomut (Atabay ve Cafarbay), Yemreli (Dağlı ve Gumlu), Alili (Yüzbaşı ve Onbeği) boyları iki; Salırlar Garaman, Kiçiağa ve Yalavaç şeklinde üç; Arsarılar Uludepe, Güneş, Gara ve Bekevül şeklinde dört; Çovdurlar ise Garaçovdur, Buruncuk, Bozacı, Abdal ve İğdir şeklinde 5 büyük bölümden oluşmaktadır. Sırasıyla bu bölümler birçok uruklara, uruk­lar da onlarca küçük oymaklara bölünmektedir. Biri diğerine tabi olan bu tür bölünme, yukarıdan aşağıya sayıldığında ikiden on’a (Ata boyunda 13’e) kadar ulaşmaktadır.

İlmi olarak da, halk arasında da bu karmaşık bölünmenin bütün halkalarını teker teker (yukarıdan aşağı) adlandıran, birinci halkayı ikinci (3, 4, 5..) halkadan ayıran özel terimler yoktur. Mesela, “taypa” (boy) anlamında İlmi kaynaklarda da, halk içinde de “taypa”, “urug”, “halk”, “il”, hatta “tire” gibi terimlerin kullanıldığına rastlanmaktadır. Aşağıdaki halkalarda da durum öyledir. Bu durum Türk halklarının tamamına ait bir özelliktir. Ancak Türkmen Türkçesi irili ufaklı etnik grupları ifâde eden terimlerden yoksun da değildir. Türkmen Türkçesinde ve ağızlarında yukarıda say­dığımız isimlerden başka oba, kovum birata (Salır); gandüşer (Sarık); topar, lakam, depe, tüpe, deste (Arsarı); bölüg (Man); arış (Astrahan Türkmenleri); dahe (Bucaklı); top, tohum, maşgala, aymak gibi birçok kelimeler de kullanılmaktadır.

Türk ve Türkmen etnonimisine (ulus veya kavim adı) mahsus özellik olarak uruk ve oymaklar genellikle çift olarak yapılanmaktadır. Bu çiftlerin adının genellikle birlikte kullanıldığı görülmektedir. Buna “ak, gara (Akgoyunlu-Garagoyunlu, Ak Daşayak-Gara Daşayak, Ak Gonur-Gara Gonur); uzun, kısa, kelte (Uzun Ak, Kısa Ak) gibi farklı yapıya taşıyan, anlamda farklılık oluşturan kelimelerle kullanılan etnonimler de açık birer örnektir. Diğer uruk ve oymak adları da genellikle çift olarak kullanılmaktadır. (Beğ-Vekil, Öküz-Salak, Ulutepe- Güneş, Kara-Bekevül vb.) Arsan ağzında bu gibi çift etnik gruplara cabdak oymaklar denilmektedir. İlmi olarak bu durum düalizm (ikileme) diye de isimlendirilmektedir.

Etnograflara göre dünyada, yabancı kanı karışmamış, çevresindeki çeşitli halklarla karışmamış, bir anne babadan  türemiş olan tek bir temiz, arı halk, boy hatta oymak yoktur. Asırlar boyunca çeşitli etnik gruplar, içlerine akraba ve akrabalık bağı olmayan boy ve oymaklardan, halklardan bazı grupları kabul etmişlerdir. Zaman geçtikçe son katılan sayısı daha az olan halk, büyük boyun içinde eriyip gitmiştir. Bu durum yüzyıllardır devam edegelmiş, böylece de çeşitli boy ve oymaklar birbiriyle kaynaşmışlardır.

* * *

Geçmişi bilmeden geleceği anlamak mümkün değildir. Atalarımızın asırlar boyu süsleyip bize ulaştırdığı güzel gelenek ve göreneklerden, adetlerimizden yüz çevirip, geçmişimizi unutursak; bugünün ve geleceğin nesillerine milli kültürümüzü taşıyamayız. Geçmişi devamlı hatırlamak gerekir. Geçmiş kendisine muhafazakar yaklaşılmasını ister, kendine yapılan bir hainlik varsa hemen intikam alır. Dağıstan’ın ünlü şairi Rasul Gamzatov’un babası Gamzat Sadasa bunu sözleriyle çok güzel açıklamaktadır: “Geçmişine kurşun sıkanı o, topla vurmaktadır.”

Büyüklere saygı göstermeme, yaşlıları saymama, yakınlara bakmama, onlarla iyi geçinmeme, nefsi için hareket etme, kibirlenme, aşiretçilik, yani kendi oymağından olanları savunma, hırsızlık gibi atalarımızın nefret ettiği huy ve karakterler gençlerimiz arasında günden güne hem kuvvetlenmekte hem de yaygınlaşmaktadır. Bunun esas sebebini, milli hafızamızı iğdiş edip, atalarımızın örf-âdetlerini, gelenek ve göreneklerini unutmamızda aramak gerekir. Bu noktada gençlerimizde kötü alışkanlıkların, kötü huy ve karak­terlerin görülmesi muhtemeldir. Bir Türkmen atasözünde işaret edildiği gibi: “Aslını unutan atasını atar.” denilmiştir.

Türkmen boylarından bir kısmı Sivrihisar İlçesi ve civarına yerleşmişlerdir.

* * *

TÜRK, TÜRKMEN, OĞUZ >

Kaynaklar:

Prof. Dr. Muharrem Er­gin, Orhun Abideleri, İstanbul, 1970

Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, Türk Millî Kül­türü, Ankara, 1977

Kaşgarlı Mahmud, Divanü Lügat-it Türk, Ankara, 1986

Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, İstanbul, 1955

Şecere, Türkmen Soyağacı – Soltanşa Atanıyazov Türklerin Şeceresi – E’bul Gazi Bahadır Han

Nurer UĞURLU

Derleyen: Murat SEVİMBAY

    Leave Your Comment

    Your email address will not be published.*