Hoş Geldin Ya Şehri Ramazan

– RAMAZAN’IN RUHU –

İslam dininin alametleri olan kaidelere, adetlere şeâir denir. Ezan gibi toplumsal hayatta İslamiyet’i hatırlatan unsurların kastedildiği şeairler doğrudan doğruya İslamiyet’in ve bu dinin hükümlerinin toplumsal hayattaki sembolleridir.

İslami şeairden olan Ramazan Orucu da bunlardan biridir. Bu vesile ile Kur’an ay’ı olan Ramazan-ı Şerifin ve orucun pek çok hikmetlerinden dokuz hikmeti kısa kısa beyan edilecek.

1- Cenab-ı Hakk’ın Rububiyetine, karşı Ubudiyet yani ibadet, kulluk ile mukabele etmektir.

Ramazan-ı Şerifte ehl-i iman, birden muntazam bir ordu hükmüne geçer. Sultan-ı Ezelînin ziyafetine davet edilmiş bir surette, akşama yakın “Buyurunuz” emrini bekliyorlar gibi bir ibadet tavrı göstermeleri, o şefkatli ve haşmetli ve külliyetli Rahmâniyete karşı, geniş ve azametli ve intizamlı bir ubûdiyetle mukabele ediyorlar.

2- Mübarek Ramazanın orucu, Cenab-ı Hakk’ın nimetlerinin şükrüne baktığı cihetle, çok hikmetleri var.

Cenâb-ı Hak, hadsiz çeşitli nimetleri insan nev-i için zemin yüzünde neşretmiş, ona karşılık, o nimetlerin fiyatı olarak şükür istiyor. O nimetlerin görünürdeki sebebleri, tablacı hükmündedirler. O tablacılara bir fiyat veriyoruz, onlara minnettar oluyoruz. Hattâ, müstehak olmadıkları pek çok fazla hürmet ve teşekkürü ediyoruz. Halbuki, hakiki nimet sahibi, o sebeblerden hadsiz derecede, o nimet vasıtasıyla şükre lâyıktır. İşte Ona teşekkür etmek, o nimetleri doğrudan doğruya Ondan bilmek, o nimetlerin kıymetini takdir etmek ve o nimetlere kendi ihtiyacını hissetmekle olur.

İşte, Ramazan-ı Şerifteki oruç, hakikî ve hâlis, azametli ve umumî bir şükrün anahtarıdır. Çünkü, sair vakitlerde mecburiyet tahtında olmayan insanların çoğu, hakiki açlık hissetmedikleri zaman, çok nimetlerin kıymetini derk edemiyor. Kuru bir parça ekmek, tok olan adamlara, hususan zengin olsa, ondaki nimetin derecesi anlaşılmıyor.

3- Ramazandaki Oruç, insanların toplum hayatına baktığı cihetle çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur:

İnsanlar maişet cihetinde muhtelif bir surette halk edilmişler. Cenâb-ı Hak, o çeşitliliğe binaen, zenginleri fukaraların yardımına davet ediyor. Halbuki, zenginler fukaranın acınacak acı hallerini ve açlıklarını, oruçtaki açlıkla tam hissedebilirler. Eğer oruç olmazsa, nefsine düşkün çok zenginler bulunabilir ki, açlık ve fakirlik ne kadar acı ve onlar şefkate ne kadar muhtaç olduğunu idrak edemez.

Hangi fert olursa olsun, kendinden bir cihette daha fakiri bulabilir; ona karşı şefkate mükelleftir. Eğer nefsine açlık çektirmek mecburiyeti olmazsa, şefkat vasıtasıyla yardıma mükellef olduğu ihsanı ve yardımı yapamaz, yapsa da tam olamaz. Çünkü, hakiki o hâleti kendi nefsinde hissetmiyor.

4- Ramazan-ı Şerifteki oruç, nefsin terbiyesine baktığı cihetindeki çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur:

Nefis, kendini hür ve serbest ister ve öyle telâkki eder. Hattâ, mevhum yani aslı olmayan bir rububiyet ve istediği gibi hareket etmeyi fıtri olarak ister. Hadsiz nimetlerle terbiye olunduğunu düşünmek istemiyor. Özellikle, dünyada servet ve iktidarı da varsa, gaflet içinde ise, bütün bütün gasıbâne, hırsızcasına, nimet-i İlâhiyeyi hayvan gibi yutar.

İşte, Ramazan-ı Şerifte, en zenginden en fakire kadar herkesin nefsi anlar ki, kendisi hakiki mülk sahibi değil, memlûktür; hür değil, abddir. Emr-olunmazsa, en adi ve en rahat şeyi de yapamaz, elini suya uzatamaz diye, mevhum rububiyeti kırılır, ubûdiyeti takınır, hakiki vazifesi olan şükre girer.

5- Ramazan-ı Şerifin orucu, nefsin ahlak temizliği, asi ve dikbaşlılık muamelelerinden vazgeçmesi cihetine baktığı noktasındaki çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur:

İnsan nefsi gafletle kendini unutuyor. Mahiyetindeki hadsiz acizliği, nihayetsiz fakirliği, gayet derecedeki kusurunu göremez ve görmek istemez. Hem ne kadar zayıf ve yokluğa maruz ve musibetlere hedef bulunduğunu ve çabuk bozulur, dağılır et ve kemikten ibaret olduğunu düşünmez. Adeta polattan bir vücudu var ve ölmeyecek gibi, kendini ebedî yaşayacak gibi dünyaya saldırır. Şiddetli bir hırs ve tamahla ve şiddetli alaka ve muhabbetle dünyaya atılır. Her lezzetli ve menfaatli şeylere bağlanır. Hem kendini kemal-i şefkatle terbiye eden Hâlıkını unutur. Hem hayatının neticesini ve ahiret hayatını düşünmez; kötü ahlak içinde yuvarlanır.

İşte, Ramazan-ı Şerifteki oruç, en gafillere ve inatçılara, zaafını ve aczini ve fakrını ihsas ediyor. Açlık vasıtasıyla midesini düşünüyor; midesindeki ihtiyacını anlar. Zayıf vücudu ne derece çürük olduğunu hatırlıyor. Ne derece merhamete ve şefkate muhtaç olduğunu derk eder. Nefsin firavunluğunu bırakıp, kemâl-i acz ve fakr ile dergâh-ı İlâhiyeye ilticaya bir arzu hisseder ve bir manevi şükür eliyle rahmet kapısını çalmaya hazırlanır! -Eğer gaflet kalbini bozmamışsa-

6- Ramazan-ı Şerifin orucu, Kur’ân-ı Hakîmin inmeye başladığı zamana baktığı cihetle çok hikmetlerinden biri şudur:

Ramazan-ı Şerifte nefsin süfli isteklerinden ve malayani hallerden sıyrılarak yemek ve içmeyi terk-ederek melekiyet vaziyetine benzemek ve bir surette o Kur’an’ı yeni nazil oluyor gibi okumak ve dinlemek ve ondaki hitabat-ı İlahiyeyi güya geldiği an-ı nüzulünde dinlemek ve o hitabı Resul-i Ekrem’den (a.s.m.) işitiyor gibi dinlemek, belki Hazret-i Cebrail’den, belki Mütekellim-i Ezeliden dinliyor gibi bir kudsi halete mazhar olur. Ve kendisi tercümanlık edip başkasına dinlettirmek ve Kur’an’ın hikmet-i nüzulünü bir derece göstermektir.

7- Ramazan’ın orucu, dünyada âhiret için ziraat ve ticaret etmeye gelen nev-i insanın kazancına baktığı cihetteki çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur:

Ramazan-ı Şerifte amellerin sevabı, bire bindir. Evet, herbir harfi otuz bin bâki meyveler veren Kur’ân-ı Hakîm, öyle bir nurani tuba ağacı hükmüne geçiyor ki, milyonlarla o bâki meyveleri Ramazan-ı Şerifte mü’minlere kazandırır.
Ramazan-ı Şerif adeta bir âhiret ticareti için gayet kârlı bir meşher, bir pazardır. Ve ahiret hasılatı için gayet verimli bir zemindir. Ve amellerin yeşermesi, büyümesi için, bahardaki Nisan yağmuru gibidir. Saltanat-ı rububiyet-i İlâhiyeye karşı ubûdiyet-i beşeriyenin resmi geçit yapmasına en parlak, kudsî bir bayram hükmündedir.

Ve öyle olduğundan, yemek içmek gibi nefsin gafletle hayvani hacetleri ve faydasız ve nefsin hoşuna giden şeylere girmemek için, oruçla mükellef olmuş. Güya muvakkaten hayvaniyetten çıkıp melekiyet vaziyetine veyahut âhiret ticaretine girdiği için, dünyevî hacetlerini muvakkaten bırakmakla, uhrevî bir adam olur.

Ve o orucun mükemmeli ise; mide gibi bütün duyguları, gözü, kulağı, kalbi, hayali, fikri gibi cihazat-ı insaniyeye dahi bir nevi oruç tutturmaktır. Yani, haramlardan, boş işlerden çekmek ve her birisine mahsus ubûdiyete sevk etmektir.

Meselâ, dilini yalandan, gıybetten ve galiz tabirlerden ayırmakla ona oruç tutturmak; ve o lisanı, tilâvet-i Kur’ân ve zikir ve tesbih ve salâvat ve istiğfar gibi şeylerle meşgul etmek; meselâ gözünü harama bakmaktan ve kulağını fena şeyleri işitmekten men edip, gözünü ibrete ve kulağını hak söz ve Kur’ân dinlemeye sarf etmek gibi, sair cihazata da bir nevi oruç tutturmaktır

8- Ramazan-ı Şerif, insanın hayat-ı şahsiyesine baktığı cihetindeki çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur:

İnsana en mühim bir ilâç nev’inden maddî ve mânevî bir perhizdir. Ve tıbben bir hımyedir ki, insanın nefsi yemek, içmek hususunda istediği gibi hareket ettikçe, hem şahsın maddî hayatına tıbben zarar verdiği gibi, hem helâl-haram demeyip rast gelen şeye saldırmak, adeta mânevî hayatını da zehirler. Daha kalbe ve ruha itaat etmek, o nefse güç gelir, serkeşâne dizginini eline alır. Daha insan ona binemez; o insana biner.

Ramazan-ı Şerifte, oruç vasıtasıyla bir nevi perhize alışır, riyazete çalışır ve emir dinlemeyi öğrenir. Biçare zayıf mideye de, hazımdan evvel yemek yemek üzerine doldurmakla hastalıkları celb etmez. Ve emir vasıtasıyla helâli terk ettiği cihetle, haramdan çekinmek için akıl ve Kur’andan gelen emri dinlemeye kàbiliyet peydâ eder. Hayat-ı mâneviyeyi bozmamaya çalışır.

Ramazan-ı Şerifte mü’minler derecelerine göre ayrı ayrı nurlara, feyizlere, mânevî sevinçlere mazhar oluyorlar. Kalb ve ruh, akıl, sır gibi duyguların o mübarek ayda oruç vasıtasıyla çok terakkiyat ve feyizleri vardır. Midenin ağlamasına rağmen, onlar mâsumâne gülüyorlar.

9- Ramazan-ı Şerifin orucu, doğrudan doğruya nefsin mevhum rububiyetini kırmak ve aczini göstermekle kulluğunu bildirmek cihetindeki hikmetlerinden bir hikmeti şudur:

Nefis Rabbisini tanımak istemiyor; firavun gibi kendi rububiyet istiyor. Ne kadar azaplar çektirilse, o damar onda kalır. Fakat açlıkla o damarı kırılır. İşte, Ramazan-ı Şerifteki oruç, doğrudan doğruya nefsin firavunluk cephesine darbe vurur, kırar. Aczini, zaafını, fakrını gösterir, abd olduğunu bildirir.

Hadisin rivayetlerinde vardır ki:
Cenâb-ı Hak nefse demiş ki: “Ben neyim, sen nesin?”
Nefis demiş: “Ben benim, Sen sensin.”
Azap vermiş, Cehenneme atmış, yine sormuş. Yine demiş: “Ene ene, ente ente.” Hangi nevi azâbı vermiş, enâniyetten vazgeçmemiş.
Sonra açlıkla azap vermiş. Yani aç bırakmış. Yine sormuş: “Men ene? Ve mâ ente?” “Ben neyim, sen nesin?”
Nefis demiş: “Sen benim Rabb-i Rahîmimsin. Ben senin âciz bir abdinim.

Allah’ım! Okuduğumuz Kur’anı Kerimi ve tuttuğumuz Oruçları yüce dergahında kabul et. Bizleri bağışla, sonumuzu hayırlı eyle. Amin.

* * *

Ramazan Risalesi

    Leave Your Comment

    Your email address will not be published.*