Adalet Kavramı
Adalet hem bireysel bir erdem hem de toplumsal bir idealdir. Nakib el-Attas’ın ifadesi ile adalet, “her şeyin yerli yerinde olduğu bir ortam, eşya veya canlı arasında bir denge, insan ve nefsi arasında, toplum ve çevre arasındaki bir düzen” olarak tarif edilir. Bu adalet en iyi şekilde karşıtı olan zulmün açıklanmasıyla anlaşılır. Bir insan, Allah’a tabi olan ruhunu Ona isyan ettirirse zulüm işlemiş olur. Zulmün sosyal belirtileri ise sömürücü eşitsizlikler, özgürlüğe ve düşünceye baskı, bencillik ve sonuçlara dikkat etmeden doğayı sömürmektir.
Tanrısız hümanizm, faşizm, şovenizm, ırkçılık ve adaletsiz güçler zulmün çeşitli belirtileridir. Adalet ise farklı birey, grup, kabile ve milletler arasında sosyal düzeni ve kardeşliği sağlar. İslam herkesi eşit kılmayı amaçlamaz. Aynı zamanda sömürücülüğü ve halka baskıyı da desteklemez. İslam’ın çağrısına karşılık vererek kişi, kendi sevgisini belirler. Aksi takdirde: “Karınca Süleyman’ı yener; Kur’an hukuku önünde köle ve efendi eşittir ipek halı da paspastan üstün değildir.” (Muhammed ikbal, Ramuz-i Behudi)
Hiçbir İslami toplum düzeninin akla hürriyet vermemesi düşünülemez. İlim keşfedici ve dinamiktir, öğrenme ön yargılardan, zulmün acılarından, mahrumiyetten, kayıtsızlıktan bağımsızdır. Sadece İslam’ın sınırları, hükümleri gerçek bir Müslüman kişiliği oluşturacak ve eğitecek güçtedir.
Hayatın bireysel ve müşterek meseleleri gibi belki de hiçbir şey İslamiyette adalet kadar değerli değildir. O “Allah’ın yüce bir sıfatıdır” ve düzen – denge ile eş anlamlıdır. Gerçekte İlahi mükemmellik, Müslümanların da rahatlıkla algıladıkları gibi, evrenin dengesi ve uyumunda kendini gösterir. Kainattaki bu uyum ve denge, aynı zamanda, Allah’ın her şeyi uygun bir ölçüyle paylaştırmasında bize aks eder. İslam’ın vahiy, metafizik ve felsefe dili olan Arapça’da adl (adalet) itidal kelimeleri anlam ve kök olarak benzerdirler. Müslüman toplumların temelini oluşturan sosyal ahlak Allah, tabiat ve tarihle uyumlu bir muvazene için arayıştır. (Parvez Manzoor – The Touch of Midas)
Değerli olan her şey gibi, adaletin de taklitleri vardır. Adaletin korunması adı altında birçok günah ve zorbalık (zulüm, fitne ve fesat) varlığını sürdürür. Bu yüzden, bunların hepsi bizi, Allah’a karşı olan sorumluluğumuzun bilinciyle, dürüst ve sahte adalet arasında ayırım yapacak ahlaki bir anlayışa ihtiyaç duyulduğu sonucuna götürür. Kişisel veya milli çıkarların çekiciliği, imanın zayıflığından kaynaklanan kendini kandırma ve benzeri birçok olayda, diğerlerine zarar vermek için şeytanın insanı ayartması insan yapısının sık rastlanan hatalarındandır. İslam’ın bir meta-değer olarak kabul edilebilecek bir adalet için sabra ihtiyaç vardır.
Erdemlerin cisimleşmiş, somutlaşmış ve hayata geçirilmiş durumu olan adalet, herkesin hak ettiği ödül veya cezayla karşılaşma halidir. Hikmet, iffet ve şecaatin beraber bulunma durumu olarak ortaya çıkan adaleti toplulukları oluşturan bireylerin yaşam tarzı olarak ortaya koyarak içselleştiremeyen topluluklarda problemlerin sürekli mevcudiyetini sürdürdüğü günümüzde de açık bir şekilde görülmektedir.
Hukuk ve Adalet
Hukuk, her şeyden önce, kelime kökü itibariyle adaletle ilişkilidir. Latincede hukuka “ius”, adalete ise iustitia denmiştir. Bu bağlantı açısından düşünüldüğünde, adaletin hukukilik anlamına geldiği söylenebilir. Öte yandan, ius’un hem bağlayıcı kurallar anlamında hukuk hem de doğruluk, haklılık anlamına geldiği düşünülürse, bundan hukukun haklar ve adaletle doğrudan doğruya ilişkili olduğu sonucu çıkar. Nitekim, öteden beri hukuk adaletle çeşitli şekillerde ilişkilendirilmiştir. En başta, yaygın olarak mahkemelerin adalet dağıttıklarından söz ederiz. Hukuk sistemleri kendi yapılarıyla ilgili olarak sık sık “adalet” kelimesine başvururlar. Söz gelişi, pek çok ülkede bir “Adalet Bakanlığı” vardır. Bir suçun kovuşturulması ve cezalandırılmasıyla ilgili olarak ceza adaleti sisteminden söz ederiz.
“Allah, adaleti ve ihsanı emreder.” (en-Nahl, 16/90)
“Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman, adaletle hükmetmenizi emreder.” (en-Nisa, 4/58)
“Hükmettiğin zaman onlar arasında adaletle hükmet. Şüphesiz Allah adil davrananları sever.” (el-Mâide, 5/42; ayrıca bk. el-Hucurât, 49/9)Hz. Peygamber (s.a.v) de adalet ve adaletle hükmedenler hakkında birçok hadis buyurmuşlardır:
“Hükmünde, yönetimi ve velayeti altındakiler hakkında adil davrananlar, Allah katında nurdan minberler üzerinde olacaklardır.” (Müslim, İmare, 18).
“Adil devlet başkanı ve idareciler mahşer yerinde Allah’ın yüce lütfuna ve himayesine mazhar olacakların öncüleridir.” (Buhari, Edep, 36).Bu ayet ve hadislerde yer alan adalet kavramı geniş anlamıyla ele alınıp hukuki, sosyal ve ahlaki adaleti kapsamaktadır.
Bediüzzaman Kur’anın dört maksadı var olduğunu ifade ederken “Tevhid, nübüvvet, haşir ile ibadet ve adaleti” sayar. Burada “adalet” ve “ibadet” tek madde olarak sayılmıştır. Adalet kavramı ibadeti de içine alır. Bu konuda iki ayrı açıklama yapılabilir. Şöyle ki:
1. Adalet iki şıktır. Birincisi, hak sahibine hakkını vermektir. Diğeri, haksızları terbiye etmektir. (Sözler)
Hukuk ise; “hukuk-u şahsiye” ve bir nevi hukukullah sayılan “hukuk-u umumiye” namıyla iki nevi hukuk var. (Mektubat)
İmana ait bilgilerden sonra en lazım ve en mühim a’mal-i sâlihadır. Sâlih amel ise, maddi ve manevi hukuk-u ibada tecavüz etmemekle, hukukullahı da bihakkın ifa etmekten ibarettir.
“İbadeti terk eden, hem kendi nefsine zulmeder; -nefsi ise, Cenab-ı Hakk’ın abdi ve memluküdür – hem kainatın hukuk-u kemalâtına karşı bir tecavüz, bir zulümdür. Evet, nasılki küfür, (inkar) mevcudata karşı bir tahkirdir; terk-i ibadet dahi, kâinatın kemalâtını bir inkârdır. Hem hikmet-i İlahiyeye karşı bir tecavüz olduğundan, dehşetli tehdide, şiddetli cezaya müstahak olur.” (Lemalar)
Bu ifadelerden anlaşılıyor ki ibadeti; gerek hukukullah gerekse hukuk-u ibad (nefis ve tüm mevcudatın hukuku) olsun ifa eden hak sahibine hakkını vermiş demektir. Terk eden bu iki hukuka zulüm eder. Haksızları tecziye etmek yani cezalandırma demek olan adaletin ikinci şıkkına masadak olur.
2. Adalet ile ibadet arasında sıkı bir ilişki bulunuyor. İbadet insanı adalete hazırlayan yardımcı ve ıslah edici bir özelliğe sahiptir. Yani insan ibadet ile nefis ve arzularını hayra yönelterek adaleti bozacak duygu ve kirlerden ibadetle arınıyor. İbadet, bu cihetle adaletin tamamlayıcı ve ikmal edicisi oluyor, bu cihetle ibadet ile adaleti bir değerlendirebiliriz.
Not: Kul hakkı denilince genelde sadece insanların hakları anlaşılıyor ama sanki biraz eksik kalıyor gibi. İnsan ibadetlerini yapmazsa kainatta ibadet eden ve onun hayatına hizmet eden bütün kulların yani zerrelerden yıldızlara kadar her şeyin kul hakkına girmiş oluyor o yüzden İslamiyette kul hakkı çok önemlidir.
***
Kaynaklar:
Şehirlerin Ruhu, Gülzar Haydar – 1991
Hukuk ve Adalet – Prof.Dr. Mustafa Erdoğan
url:https://sorularlarisale.com